| dye-stuff | 
									{'daı,stʌf}
  | 
									 | 
								 
								
									| garden stuff | 
									{'gɑ:rdən,stʌf}
 - [N] bahçe ürünü, sebze meyve
 
  | 
									 | 
								 
								
									| hot stuff | 
									{'hɒt,stʌf}
 - [N] mükemmel kimse, harika şey, seksi kimse
 
  | 
									 | 
								 
								
									| rough stuff | 
									 | 
									 | 
								 
								
									| sob stuff | 
									{'sɒbstʌf}
 - [V] santimantalizm
 - [N] aşırı duygusallık
 
  | 
									 | 
								 
								
									| stuff | 
									  {stʌf}
 - [N] şey, eşya, madde, hammadde, kumaş, yünlü kumaş (Brit.), kereste, kâğıt hamuru, saçma, zırva, saçmalık, hamur, öz, uyuşturucu, kaçak içki
 - [V] doldurmak, içini doldurmak, tıkamak, sürmek, tıkmak, tıkıştırmak, tıkınmak, tıka basa yemek
 
  | 
									 | 
								 
								
									| know one's stuff | 
									 | 
									 | 
								 
								
									| stuff and nonsense | 
									 | 
									 | 
								 
								
									| stuff oneself | 
									 | 
									 | 
								 
								
									| stuff smb. | 
									- [V] aldatmak, kandırmak, kazıklamak
 
  | 
									 | 
								 
								
									| stuff smb. with lies | 
									 | 
									 | 
								 
								
									| hot stuff | 
									 1.  kaliteli mal. | 
									 | 
								 
								
									| know one´s stuff | 
									k. dili ilgilendiği konuyu iyi bilmek. | 
									 | 
								 
								
									| stuff | 
									i.
   f. madde; asıl, esas; k.dili. eşya,  ev eşyası; boş laf, saçma; kumaş; ilâç; k.dili.  şey, zımbırtı, zırıltı; {argo} hüner; {argo} görev;  {argo} para;
   f. tıka basa doldurmak; doldurmak; dolma yapmak; tıkamak; tıkıştırmak; çok laf ile kafa şişirmek; {seçim sandığını} sahte oylarla doldurmak; dolgunluk  vermek; çok yedirmek; tıka basa yemek, tıkınmak. stuff and nonsense baştan aşağı  saçma; incir çekirdeğini doldurmayacak şey. Stuff it! {argo} Kes be!. stuffed shirt k.dili.  resmiyete önem veren kibirli kimse. house  hold stuff ev eşyası. Thats the stuffl  Bravol Aferin!. stuffing
   i. doldurma, dolgu;  vatka; fodra; dolmalık iç, dolma içi. | 
									 | 
								 
								
									| stuff | 
									i.  1. madde: What do you call that oily stuff? O yağlı maddenin adı ne?  2. {belirli bir tipe özgü} karakteristikler: He´s the stuff of which dictators are made. Onun hamurundan pekâlâ bir diktatör çıkar.  3. eşya; bagaj: He carried all his stuff downstairs. Pılısını pırtısını aşağıya götürdü.  4. k. dili içki, alkollü içecek.  5. k. dili ilaç.  6. argo uyuşturucu, uyuşturucu madde.  7.  k. dili yazılar: I like the stuff you write. Senin yazdıkların hoşuma gidiyor.  8. argo {belirli bir} davranış: I don´t want any funny stuff out of you! Sakın bir tilkilik yapmaya kalkma! No rough stuff! Metazori yok!
   f.  1. {with} {ile} doldurmak: She stuffed it with feathers. Onu kuştüyüyle doldurdu.  2. tahnit etmek.  3. in -e {bir şey} tıkıştırmak: Don´t stuff anything else in that bag! O bavula başka bir şey tıkıştırma!  4. up {birinin burnunu} tıkamak; {bir deliği} doldurarak kapatmak, tıkamak. | 
									 | 
								 
								
									| Stuff and nonsense! | 
									k. dili Ne saçma! | 
									 | 
								 
								
									| Stuff it! | 
									k. dili Haydi oradan!/Zırvalama! | 
									 | 
								 
								
									| stuff o.s. | 
									k. dili tıkınmak, tıka basa yemek yemek. | 
									 | 
								 
								
									| That´s the stuff! | 
									k. dili Aferin! | 
									 | 
								 
								
									| do one's stuff | 
									Konuşma Dili
   * marifetini göstermek. | 
									 | 
								 
					  |