İngilizce » Türkçe |
Yukarı |
salt |
{sɔ:lt}
- [A] tuzlu, tuz
- [N] tuz, tuzluk, lezzet, tad, nükte, espri
- [V] tuzlamak, salamura yapmak, tuzlayarak saklamak, biriktirmek
|
|
salt |
i.
s.
f. tuz, sodyum kloruru, maden tuzu; bir asit ile bir bazdan meydana gelen tuz; çoğ. mushil tuzu; tuzluk; lezzet, tat; nükte, hoş söz; k.dili, {informal} deniz kurdu;
s. tuzlu;
f. tuzlamak, tuz katmak, tuzda muhafaza etmek. salt a mine bir maden kuyusunu olduğundan kıymetli göstermek için içine altın tozu karıştırmak. salt away veya down tuzlayarak muhafaza etmek; {argo} biriktirmek, istif etmek {para}. salt beef tuzlanmış sığır eti. salt fish tuzlu balık. salt lick yabani hayvanların tuz bulduklan yer. salt of the earth iyi kalpli kimse. salt rheum tıb. tuzlubalgam. salt well tuzlu su kuyusu. Attic salt ince espri. eat a persons salt bir kimsenin misafiri olmak, sofrasına oturmak. Epsom salts ingiliz tuzu. not worth his salt masrafım karşılamaz, beş para etmez. rock salt kaya tuzu. sea salt denizden çıkanlan tuz. smell ing. salts baygınlık hallerinde koklatılan amonyak ruhu. table salt sofra tuzu. with a grain of salt ihtiyat kaydıyle, süphe ile. saltless
s. tuzsuz, tatsız. saltness
i. tuzluluk. |
|
salt |
i. 1. tuz. 2. lezzet, tat.
s. 1. tuzlu. 2. tuzlama, tuzlanmış: salt fish tuzlu balık, tuzlama balık. salt beef tuzlanmış sığır eti. |
|
salt |
i.
s.
f. tuz, sodyum kloruru, maden tuzu; bir asit ile bir bazdan meydana gelen tuz; çoğ. mushil tuzu; tuzluk; lezzet, tat; nükte, hoş söz; k.dili, {informal} deniz kurdu;
s. tuzlu;
f. tuzlamak, tuz katmak, tuzda muhafaza etmek. salt a mine bir maden kuyusunu olduğundan kıymetli göstermek için içine altın tozu karıştırmak. salt away veya down tuzlayarak muhafaza etmek; {argo} biriktirmek, istif etmek {para}. salt beef tuzlanmış sığır eti. salt fish tuzlu balık. salt lick yabani hayvanların tuz bulduklan yer. salt of the earth iyi kalpli kimse. salt rheum tıb. tuzlubalgam. salt well tuzlu su kuyusu. Attic salt ince espri. eat a persons salt bir kimsenin misafiri olmak, sofrasına oturmak. Epsom salts ingiliz tuzu. not worth his salt masrafım karşılamaz, beş para etmez. rock salt kaya tuzu. sea salt denizden çıkanlan tuz. smell ing. salts baygınlık hallerinde koklatılan amonyak ruhu. table salt sofra tuzu. with a grain of salt ihtiyat kaydıyle, süphe ile. saltless
s. tuzsuz, tatsız. saltness
i. tuzluluk. |
|
salt |
i. 1. tuz. 2. lezzet, tat.
s. 1. tuzlu. 2. tuzlama, tuzlanmış: salt fish tuzlu balık, tuzlama balık. salt beef tuzlanmış sığır eti. |
|
|
Türkçe » İngilizce |
Yukarı |
salt |
- [A] absolute, pure, naked, very, unvarnished
|
|
salt |
,-tı 1. solely, only, simply, singly. 2. pure: salt matematik pure mathematics. salt sevinç pure joy. salt us pure reason. 3. absolute.
__ çoğunluk absolute majority.
__ değer math. absolute value.
__ nem absolute humidity.
__ sıcaklık phys. absolute temperature.
__ sıfır phys., chem. absolute zero. |
|
salt |
salt[ı]
* solely, only, simply, singly.
* pure:
salt us
pure reason.
* absolute. |
|
salt |
absolute |
|
salt |
absolute |
|
|
İngilizce » Türkçe İlişkili Sonuçlar |
Yukarı |
bay salt |
{'beı,sɔ:lt}
|
|
salt cellar |
{'sɔ:lt,selər}
|
|
dry-salt |
|
|
Would you please pass the salt? |
- [PHR] uzatmak: Tuzu uzatır mısınız?
|
|
pepper-and-salt |
{,pepərən'sɔ:lt}
- [A] siyak beyaz kırçıllı, karyağdılı
|
|
rock salt |
{'rɒksɔ:lt}
|
|
above the salt |
- [ADV] evsahibi: evsahipleri ile beraber
|
|
below the salt |
- [ADV] hizmetçilerle beraber
|
|
eat smb.'s salt |
- [V] misafiri olmak, sofrasına konuk olmak
|
|
Epsom salt |
- [N] tuz: ingiliz tuzu, sülfat: magnezyum sülfat
|
|
Glauber's salt |
- [N] sülfat: sodyum sülfat
|
|
in salt |
|
|
May I have some salt? |
- [PHR] tuz: Biraz tuz alabilir miyim?
|
|
old salt |
- [N] deniz kurdu, usta denizci
|
|
spirits of salt |
|
|
the salt of the earth |
- [N] en iyi tabaka, birinci sınıf insan
|
|
with a grain of salt |
- [ADV] kuşku ile karşılamak, kuşkuyla, şüpheyle, inanmayarak
|
|
without salt |
|
|
salt away |
|
|
salt down |
|
|
|
Türkçe » İngilizce İlişkili Sonuçlar |
Yukarı |
|
|