trouble |
{'trʌbəl}
- [N] sıkıntı, dert, külfet, belâ, huzursuzluk, meşakkat, zahmet, rahatsızlık, aksilik, sorun, arıza, üzüntü
- [V] rahatsız etmek, zahmet vermek, canını sıkmak, üzmek, bulandırmak, dert etmek, zahmet etmek, üzülmek
|
|
trouble |
f. rahatsız etmek, tedirgin etmek, zahmet vermek, canını sıkmak; karıştırmak, altüst etmek, bulandırmak: sıkmak: başını ağrıtmak, eziyet vermek; zahmet etmek; üstünde durmak, dikkat etmek; üzülmek, te1aş1anmak. Dont trouble yourself. Zahmete girmeyin. feel {veya} be troubled üzülmek, merak etmek. Her deafness troubles her. Sağırlığı canını sıkıyor. May I trouble you for the salt? Tuzu verebilir misiniz ? Sorry to trouble you. Size zahmet verdiğim için özür dilerim. Size zahmet oldu. The principal cant be troubled with a11 the petty problems. Müdür ufak tefek meselelerle meşgul olamaz. |
|
trouble |
i. zahmet, sıkıntı, üzgü, üzüntü, ıstırap, dert, keder, belâ; sıkıntılı şey, mesele; rahatsızlık, hastalık. ask for trouble. bela aramak, bela satın almak. digestive troubles sindirim bozukluğu, hazlmsızlık. get into trouble belaya çatmak, başı belaya girmek. in trouble başı belada; k.dili evlenmeden gebe kalmış. take trouble zahmete katlanmak, zahmet etmek: dikkat etmek. Trouble in the neighboring country closed the border. Komşu memlekette çıkan karışıklık sınırın kapanmasına sebep oldu. trouble spot sıkıntı veren yer, sık sık arızalanan kısım. Whats the trouble? Ne var? Derdin ne? Mesele nedir? |
|
trouble |
f. 1. rahatsız etmek, tedirgin etmek: The approaching storm troubled the ship´s crew. Yaklaşan fırtına geminin tayfasını tedirgin etti. The principal can´t be troubled with all the petty problems. Müdür ufak tefek meselelerle meşgul olamaz. 2. üzmek: The news of his illness has greatly troubled me. Hastalığı hakkındaki haber beni çok üzdü. 3. sıkmak, başını ağrıtmak: His deafness troubles him. Sağırlığı canını sıkıyor. 4. rahatsız etmek, zahmete sokmak, zahmet vermek: Sorry to trouble you. Size zahmet verdiğim için özür dilerim./Size zahmet oldu.
i. 1. sıkıntı, üzgü, üzüntü, ıstırap. 2. dert, mesele, aksilik, iş, bela: What´s the trouble? Derdin ne?/Mesele ne?/Ne var? in trouble başı belada. 3. karışıklık: Trouble in the neighboring country closed the border. Komşu ülkede çıkan karışıklık sınırın kapanmasına neden oldu. 4. zahmet: Don´t go to any trouble on my account. Benim için zahmete girmeyin. 5. mak. bozukluk, arıza. 6. rahatsızlık, hastalık. |
|
trouble |
troub.le
tr^b'ıl
İsim
* rahatsız etmek, tedirgin etmek.
* üzmek.
* sıkmak, başını ağrıtmak.
* rahatsız etmek, zahmete sokmak, zahmet vermek.
* sıkıntı, üzgü, üzüntü, ıstırap.
* dert, mesele, aksilik, iş, bela:
What's the trouble?
Derdin ne?/Mesele ne?/Ne var?
in trouble
başı belada.
* karışıklık.
* zahmet:
Don't go to any trouble on my account.
Benim için zahmete girmeyin.
machine
* bozukluk, arıza.
* rahatsızlık, hastalık. |
|
|